14 Şubat 2013 Perşembe

Didem Rahvancı: “KÜRT SORUNU” ADI ALTINDA KİRLİ VE TEHLİKELİ BİR OYUN OYNANIYOR



Yaklaşık 30 senedir ülkemizde sanki çözülmez bir sorunmuş gibi gösterilmeye çalışılan “Kürt sorunu” suni olarak çıkartılmış bir terimdir. Kürtler bizim canımızdır, kardeşimizdir ve bizler gibi bu vatanın birer evladıdır ve bizim Kürt kardeşlerimizle hiçbir sorunumuz yoktur.

Bir aldatmacadan ibaret olan “Kürt sorunu” terimi kürt kardeşlerimizle aramızda ayrılık çıkartmak için konulmuş sahte bir isim, sanki aramızda bir husumet varmış gibi göstermek için kullanılmış bir propaganda malzemesidir. 

Türk topraklarında Laz, Çerkez, Gürcü gibi farklı soylardan bütün kardeşlerimiz istedikleri gibi yaşayabilir, kendi geleneklerini, alışkanlıklarını istedikleri gibi uygulayabilir, kendi dillerini istedikleri gibi konuşabilirler. Bu durum Kürt kardeşlerimiz için de geçerlidir. Nasıl diğer soydaki kardeşlerimizin Türklükleri, dilleri, örfleri, adetleri sorgulanamazken, Kürt kardeşlerimizinki de sorgulanamaz.

“Kürt sorunu” terimi sürekli dile getirilip, kardeşlerimizle aramızda sanki bir sorun varmış gibi gösterilince bugünkü bölünme çığlıkları da zemin bulmaya başlamıştır. Zaten amaç da budur. “Kürt sorunu” adı altında kirli ve tehlikeli bir oyun oynamak.
“Kürt sorunu” adında suni bir sorun üretmek, bazı çevrelerin ülkemizin doğusunda kurmayı hayal ettikleri komünist bir devletin ön hazırlığıdır. Ülkemizin önde gelen bazı gizli komünistleri de durmadan bu yönde yayınlar yaparak halkımıza vatan bölünürse ancak bu sorunda hallolur telkini vermeye çalışıyorlar. Oysa şehit kanlarıyla sulanmış vatan toprağından bir avuç vermek demek, felaketlerin başlangıcı demektir.
Ülkemizin güneydoğusundaki sorunun Kürt Milliyetçiliği ya da Kürt kardeşlerimizin içinde bulunduğu durumla hiçbir ilgisi yoktur. “Kürt sorunu” adı altında kargaşa ve çatışma ortamı sağlanmaya çalışılmaktadır. Çünkü Komünist rejimler kargaşa ve çatışma ortamlarında hayat bulurlar.  
Ülkemizde “Kürt sorunu” diye bir sorun yoktur. Kürt kardeşlerimizle bizim hiçbir sorunumuz yoktur. Ülkemizde Komünist terör sorunu vardır. PKK; Marksist, Leninist, Stalinist, komünist bir örgütlenmedir ve ülkemizin son 30 yıldır yaşadığı sorun bu komünist PKK belasından kaynaklanmaktadır.
PKK'yı ayakta tutan güç, temeli Darwinizme dayanan komünist, materyalist, Stalinist düşünceye dayanmaktadır. Ve bu düşünce ile tek mücadele yöntemi daha önceki yazılarımda da sıklıkla bahsettiğim gibi anti-komünist, anti-materyalist, anti-darwinist ilmi mücadeledir. 
Doğudaki komünist terör örgütüne mensup kişiler ile terör mağduru Doğulu masum vatandaşlarımızı çok iyi ayırt etmek Doğulu vatandaşlarımıza karşı diğer vatandaşlarımızı düşman etmeye yönelik oynanan oyuna, yapılan provokasyona karşı çok dikkatli olmak gerekir. Biz Alevisiyle, Sünnisiyle, Kürdüyle, Çerkeziyle bir bütünüz. Bir bütün olarak da kalacağız.

Didem Rahvancı: ŞANGAY’IN BU HALİYLE TÜRKİYE’YE BİR FAYDASI OLMAZ



Şangay İşbirliği Örgütüne üye ve gözlemci ülkelere bakıyoruz, hiçbiri sanat, bilim, estetik ve insaniyet açısından gelişmiş ülkeler değil. Rusya fakir bir ülke, bilim de çok geri, Amerika’dan, Avrupa’dan ne gördüyse onunla ilerlemeye çalışıyor. Soğuk savaş döneminde Almanya’dan götürdükleri profesörlerle bilimi biraz ilerlettiler. O da şu an dondu kaldı. Ayrıca mafyanın hakimiyeti altında. Aynı Kazakistan gibi. Kazakistan tam bir mafya devleti. İşçilerimiz gidiyor, başlarına gelenleri görüyoruz. Paralarını, iş makinelerini gasp ediyorlar, şantiyelerini darmakeşan ediyorlar. Hatta daha ötesi işçilerimizi dövüp bazılarını şehit dahi ettiler. Doğu’da bir güç yok zaten çöküş yaşanıyor.  Pakistan perişan durumda her yerde bombalar, cinayetler.  Hindistan dünyanın en sefalet içindeki ülkelerinden biri. Hastalık, perişanlık kol geziyor. On dakikada bir kadına tecavüz edilen bir ülke. İran zaten malum, ateistliğin en yaygın olduğu ülke. Son derece bağnaz, insanların özgürlüklerini kısıtlayan, halkına karşı acımasız ...

Dolayısıyla Şangay’ın imrenilecek bir yönü yok. Ne bu ülkelerden, ne de bu birlikten Türkiye’ye bir fayda gelmez. Türkiye’nin Şangay’a girmesi demek bela denizinin içine girmesi demek. Bizim Şangay’ı kabul etmemizin tek amacı ancak şu olabilir. İslam Birliği için bu ülkelere ihtiyacımız var.

Türkiye’nin, İslam birliği olmaksızın Şangay İşbirliği Örgütü’ne girmesi demek Asya’nın mafyasının içine girmesi demektir.


Türki Devletlerle ittifakta, İslam Birliği’nin esas olması gerek. Sevginin, şefkatin, merhametin, dostluğun, arkadaşlığın, sanatın ve bilimin esas olması gerek. İslam ruhu olmadan sadece birleşmekle olmaz. Amerika Birleşik Devleri’ne bakın, birleşmişler ama halkın çok büyük bir kısmı sürünüyor. İntihar ve cinayet vakaları çok normal günlük olaylardan. Suç oranı çok yüksek.

Ancak İslam Birliği’ne vesile olacaksa Şangay’ı kabul etmemiz gerekir. Yoksa bunun dışında siyasi bir Şangay’ın, aynı siyasi bir NATO, aynı siyasi bir Birleşmiş Milletler gibi kimseye bir faydası olmaz. Fayda İslam ruhu altında kurulacak İslam Birliği’ndedir. 

Kışın bahçe keyfi....


9 Şubat 2013 Cumartesi


KOMÜNİZM BİTTİ DİYENLER YANILIYOR


Günümüzde bazı kişiler Komünist tehlikenin 20. Yüzyılda yaşandığını ve bittiğini artık böyle bir konunun olmadığını savunuyorlar. Oysa bu kişiler ne kadar çok yanıldıklarının farkında bile değil. Komünizm kesinlikle yok olmamıştır. Temellerini Darwinist ideolojiye dayandıran sapkın inançlardan biri olan komünizm, Darwinist düşünce dünya üzerinden silinmeden de yok olmayacaktır.

Komünistler 20. yüzyılda Rus komünizminin yıkılmasını o dönemde Marksizmi, yani komünizmin kurucusu Karl Marx’ın öğretilerini yanlış uygulamalarına bağlıyor, kendi akıllarınca şu an o zaman yaptıkları hataları yapmazlarsa komünist sistemi tekrar canlandırabileceklerine inanıyorlar. Buna inananlar içinde Marksizm'i benimseyen çok sayıda örgüt, düşünce kuruluşu ve sivil toplum kuruluşu da var.
Karl Marx komünizmin doğru ilerleyebilmesi için her toplumun belli evrelerden geçmesi gerektiğini savunur. Marx’a göre halklar önce  kapitalizmi yaşamalı, ardından sosyalizme ve sonra da komünizme doğru geçiş yapmalılar. Oysa Rusya'da ve diğer 20. yüzyıl komünist rejimlerinde tarım toplumundan sosyalizme doğru ani bir geçiş olmuştu. Aradaki kapitalist aşama atlanmıştı. Dolayısıyla Marksistlerin mantığına göre bu rejimlerin başarısızlığı doğal kabul ediliyordu. Şu an komünistlere göre bu ülkelerin kapitalizmi benimsemesiyle birlikte, Marx'ın sözünü ettiği "kapitalist aşama" yaşanacak ve ardından sosyalizm daha kalıcı ve güçlü olarak geri gelecek. İşte bu nedenle tüm komünistler pusuda, kapitalizmin dünyaya hakim olduğu bu anı beklemişlerdir ve bekliyorlar.

Lenin’in ünlü bir taktiği vardır. Bir adım ileri, iki adım geri.  Bu taktiğe göre hedeflerine ulaşmak için komünistler birkaç geri adım atarak sanki hedeflerinden uzaklaşmış gibi görünürler, gerçekte ise bu bir taktiktir ve beklemektedirler.

Lenin bu durumu şu sözlerle ifade etmiştir:

Bir adım ileri, iki adım geri... Bireylerin yaşamında, ulusların tarihinde ve partilerin gelişmesinde böyle şeyler olur. Ama devrimci sosyal-demokrasi ilkelerinin, proletarya örgütünün ve parti disiplininin ENİNDE-SONUNDA TAM ZAFER KAZANACAĞINDAN KUŞKU DUYMAK, ALÇAKLIĞIN EN CANİCESİ OLUR. (Viladimir İliç Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, Çev. Yurdakul Fincancı, Sol Yayınları, Mart 1979, Dördüncü Baskı, s. 267)

Lenin’in sözlerinden de anlaşılacağı gibi bir komünist -Allah’ın dilemesi dışında- komünizmden asla vazgeçmez ve eninde sonunda başarılı olacağına inanır. Komünistler şu an sadece bir geri adım atmışlardır  ve komünist sisteme geçmek için uygun bir dönem bekliyorlar. Onlara göre bu uygun dönem, tüm dünyada kapitalizmin en fazla yaygınlaştığı dönem olacak. Komünistler vahşi kapitalizmi uygulayan devletler içinde bir kapital kavgası yaşanmasını ve insanların manevi değerlerinden daha çok maddiyata düşkünlük göstererek, böylelikle dinden iyice uzaklaşacakları anı beklerler. İnsanların dini, ahlakı, manevi değerlerden uzaklaşmaları komünist toplumlar için gereken ilk şarttır, bu da kapitalist sistem tarafından meydana getirilecektir. Bundan sonra pusuda bekleyen komünistlere düşen görev, kapitallere el koymak, burjuvayı etkisiz hale getirmek, aile ve devleti ortadan kaldırmak olacaktır. Komünistler inancını ve ahlaki değerlerini büyük ölçüde yitirmiş amaçsız bir toplum üzerinde bu ideallerini gerçekleştirmenin son derece kolay olacağı inancındadırlar.

Günümüzde Dünya üzerinde yaşanan sistem tam da komünistlerin istediği ve beklediği şekilde gelişiyor. Kapitalizm tam olarak uygulanıyor. Maddiyata olan düşkünlük gerçekten de insanları manevi ve ahlaki değerlerden uzaklaştırarak din ahlakından uzak, amaçsız toplumlar yetişmesine sebeb oluyor. Örneğin Rusya’da şu anda komünistler, kendilerince, kapitalizmden komünizme geçiş sıralamalarının bozulmasından kaynaklanan bir düzenleme yapıyorlar. Bu nedenle Rus halkını mafyanın eline verdiler ve klasik bir kapitalizmin yaşanmasına ortam hazırlıyorlar. Kurdukları bu sistemle halkı yoğun olarak ezdirip, onlara adeta "başka çözüm yok, tek çözüm komünizm" dedirtmeye çalışıyorlar.

Rusya’da iktidar ve bürokrasi kadrolarının tümü, eski komünistlerden oluşuyor. Diyalektik materyalizm ile eğitilmiş bu kişiler, komünizm hayallerinden vazgeçmiş değiller. Aksine komünizmin kapitalist safhadan geçmesi gerektiğine inananlar, "komünist" olmanın bir gereğini yerine getirmek için kapitalizmin yaşanmasına seyirci kalıyorlar.

Sadece Rusya’da değil, tüm dünyada bu durum geçerli. Avrupa’da neredeyse tüm ülkelerde komünist partiler varlıklarını sürdürmekte, hatta bir kısmı oldukça yüksek oylar almaktadırlar. Eski Doğu Bloku ülkelerinin hemen hepsinde eski komünist kadrolar tarafından yönetilen sosyalist partiler var. Komünist yazarlar, sanatçılar sessiz de olsa bir kenarda alttan alta komünist düşünceyi insanların bilinç altlarına yerleştirecek mesajlar veriyorlar. Aslında değişen hiçbir şey yok. Onlar sadece Marx’ın öğütlerine uyarak kapitalizmin kendilerine ortam hazırlamasını sabırla bekliyorlar.

Komünistlerin en fazla işlerine gelen şey de, şu an tüm dünyayı sarmış olan ekonomik kriz. Kısa bir süre öncesine kadar, ekonomik ve demokratik yapının zarar görmeyeceğine dair bir inanç varken, bir anda tüm dünyayı büyük bir ekonomik krizin sarması, insanların siyasi eğilimlerinin yanı sıra, hayata bakış açılarını da büyük  ölçüde değiştirdi. Bu komünistler için önemli bir fırsattır. 1929'da yaşanan Büyük Buhran sonucunda da tüm dünyada büyük bir ekonomik kriz meydana gelmiş, bu da Avrupa'daki komünist ve faşist partilerin popülaritesini bir anda artırmıştır. Kömünistler Büyük Buhran'ı "kapitalist sistemin çöküşü" olarak yorumlarken halkları çok daha kolay etkileme imkanı elde etmişler ve insanları çözümsüzlük içinde tek yolun komünizm olduğunu kabul etmek zorunda bırakmışlardı.

Bu tehlike şimdi de söz konusu. Pusuda bekleyen tüm eski kuşak komünistler, onların yetiştirdikleri yeni komünist gruplar ve komünist gençler, böyle bir ekonomik krizden faydalanmanın peşindedirler. Dolayısıyla içinde yaşadığımız şu yıllar, komünizm tehlikesinin tekrar dünya siyasetinde etkin bir konum kazanması için son derece elverişlidir. Komünist partilerin büyük bir kısmı ekonomik krizi, ülkeleri komünist batağın içine çekebilmek için hayati bir fırsat olarak göstermeye çalışıyorlar.

Dünya, geçmiş yüzyıllarda insanlara çok büyük acılar yaşatan ve hala da yaşatmaya devam eden komünist terör belasından kurtulmak istiyorsa, geniş  çapta anti-komünist ve anti-materyalist ilmi bir çalışmanın yapılması şarttır. Komünizmin temeli Darwinizmi, yalnızca doğa olaylarıyla sınırlandırılmış bir teori olarak görenler, karşı karşıya oldukları tehlikenin farkında değiller. Şu an PKK terör örgütünün yöntemi, Stalin’in, Lenin’in, Mao’nun, Pol Pot’un Darwinizm’in ideolojik gereklerini uygularken kullandığı yöntemin aynısı.

Darwinist bela durdukça, komünist bela da  varlığını sürdürmeye devam edecektir. Beladan kurtulmak için tek ve en önemli şart bir an önce Darwinizm’in fikren yok edilmesidir.

--------------------------------------------------------------------

NEDEN YAŞLANIRIZ?


İnsan vücudunda, gıdaların parçalanıp sindirildiği, arkasından da çok sayıda metabolik işlemin gerçekleştiği harika bir sistem vardır. Yaşayan bir canlının hücrelerinin içinde bir çok olay meydana gelir ve bunların tamamı enzimler tarafından kontrol edilir. İşte bu olayların hepsine metabolizma denir. Bütün bu olaylardan metabolik enzimler sorumludur çünkü her bir metabolik işlem, metabolik enzimler tarafından meydana gelir.

Bunu anlatmamın nedeni şu;

Vücudun yanlızca %0’1’lik bir kısmını oluşturan üreme hücreleri dışında insan vücudundaki tüm hücreler her 12 yılda bir tamamen yenilenir. Bu sizin artık 12 yıl önceki insan olmadığınız anlamına geliyor. Karaciğeriniz artık aynı karaciğer değil, mideniz, böbreğiniz, kalbiniz aynı değil, damarlarınız ve damarlarınızdan akan kan da aynı değil. Organlarınızın tamamı yenilenen hücre ve moleküller sayesinde değişti.

Bu değişimin olabilmesi için bedende sürekli bir inşaya ihtiyaç vardır. İşte bu inşanın görevlileri metabolik enzimlerdir. Metabolik enzimler sindirilmiş 45 temel besini alırlar ve kaslara, sinirlere, darmarlara, kana ve organlara dönüştürürler.

Bu enzimler tüm yaşam boyunca hiç durmaksınız aynı işlemleri tekrar ederler. Ancak  canlı cansız herşey gibi onların da belli bir ömürleri vardır. Biz yaşadıkça bu enzimlerde git gide azalırlar. Bu metabolik enzimlerin vücutta azalmalarının ve görevlerini eskisi gibi yapamamalarının bir adı vardır; YAŞLILIK.
Yaşlılık aslında bir insanın ne kadar uzun yaşadığı ile ilgili değildir. Yaşlılık bir insanın dokularının bir arada olup olmaması ile ilgilidir. Bu dokular da, her hücrenin metabolizması da hücrede bulunan enzim miktarına bağlıdır. Enzimler ne kadar fazla ve ne kadar işlevsel ise, insanın metabolizması yani kendisi de o kadar gençtir.

İnsan ne kadar sağlıklı beslenirse beslensin, ne kadar vitamin ya da gençleştirici ilaçlara sarılırsa sarılsın, bunlar etkili ve faydalı olmakla birlikte, hücrelerin bir düzen içerisinde ölmelerinin ve yenilenemeyen organların artık işlevlerini kaybetmelerinin önüne geçemezler. Yaşlılık kaçınılmazdır ve bedeniniz yavaş yavaş sizi terk edecektir.

Enzimler insanın yaşamını sürdürmesine vesile olan yapıştaşlarıdır ama unutmamak gerekir ki enzimler ne akla, ne de şuura sahip olmayan birer proteindir. Metabolizma  diye anlattığımda bu proteinlerin işleyişidir. Ancak yaşamımız şuursuz varlıkların elinde değildir. İnsanla birlikte insana ait bütün sistemleri yaratan Allah’tır ve bu sistemler an an Allah’ın  ilhamıyla çalışırlar. İnsan bedeni, hücre, enzim, metabolizma tamamı Allah’ın kontrolündedir. Yaşamımız ancak Allah’ın elindedir. Bize can veren Allah’tır, dilediğinde bu canı alacak olan da Allah’tır.

-------------------------------------------------------------------------------

EVRİMCİLER NEDEN DİNOZORLARA DÖRT ELLE SARILIRLAR


Çünkü soyları tükenmiştir…

Darwinistler sürüngenlerden kuşlara geçişin atası olduklarını iddia ettikleri dinozorların kemiklerini alırlar ve bu kemikler üzerinde istedikleri gibi spekülasyon ve yanlış anlatım yaparlar. Dinozorların pullarının tüye dönüştüğünü, kanatlarının kendiliğinden oluştuğunu  söylerler hatta yerde yaşayan bu sürüngenlerin bir anda uçmaya başlamasıyla ilgili masallar anlatırlar.

Ne de olsa bu yanlış anlatımları okuyan halk, fosilin gerçek niteliğinden haberdar değildir. Ve ne de olsa, dinazorlar şu an yaşamıyor ve kimsenin dinozorlar üzerinde bu anlatıları test etme imkanı yok. Durum böyle olunca da Darwinistler adına bilim diyerek istedikleri anlatımı yapabiliyorlar. Daha doğrusu yapabileceklerini zannediyorlar ama yanılıyorlar.

Çünkü artık insanlar Darwinizm aldatmacasına karşı daha bilinçliler. Yalan yanlış evrim haberlerine eskisi gibi körü körüne inanmıyorlar ve araştırıp gerçekleri görmek istiyorlar. …

Darwinistlerin yanlışlarına en iyi örneklerden bir tanesi Coelacanth’tır. Evrimciler soyunun tükendiğini düşündükleri bu balığın sudan karaya geçiş aşamasının ispatı bir canlı olduğunu iddia ederken aslında Coelacanth’ın hala yaşadığından habersizdiler. O nedenle bu balık üzerinde türlü anlatımlar yaptılar. Fakat daha sonra balığın günümüzde hala yaşadığı ve 100 milyonlarca yıllık fosilleri ile aynı yapıya sahip olduğu görülünce evrimciler her zamanki gibi ağır bir hezimete uğradılar.

Evrimcilerin dinozor fosilleri üzerinde yaptıkları yanlış anlatımlar Coelacanth üzerinde yaptıklarından farksızdır. Darwinistler soyu tükenmiş olan ve kuşlardan tamamen farklı yapıda sürüngenler olan dinozorların kuşların atası olduğunu iddia ederler. Hatta daha da ileri giderler ve dinozorların birer ara geçiş formu olduğunu söylerler. Bu iddiaların tek nedeni dinozorların soyunun tükenmiş olmasıdır.
Darwinistlerin yanlış, bir o kadar da komik iddialarına göre dinozorlar karşı cinslerine kur yapmak için kanat edinmişler, kanatlarıyla sinek yakalamaya çalışırken (evrimciler mükemmel uçucu sineğin orada nasıl bulunduğu konusunda tabii ki bir açıklık getiremezler) uçmaya başlamışlar ve bugünkü mükemmel yapıdaki kuşlar haline gelmişlerdir.

Darwinistlerin bu komik safsatalarına bilimsel bir kaç cevap;

-Dinozorlar mükemmel yapıda bir sürüngen familyasıdır. Çok büyük canlılardır. Bu canlıların son derece farklı özelliklere sahip kuşlara dönüşmesi imkansızdır. 

-  Evrimcilerin iddia ettiği gibi dinozorlar zaman içerisinde kanatlanıp kuş oldularsa yer yüzü katmanlarında milyonlarca yarı dinozor yarı kuş fosillere rastlanması gerekiyor. Oysa bu durumu ispatlayacak değil milyonlarca bir tane bile fosil yok. Evrimcilerin ara geçiş formu olarak iddia ettikleri fosiller ya tam kuştur, ya da tam dinozor.

-  Örneğin ara geçiş formu olarak iddia ettikleri Archaeopteryx isimli kuşun mükemmel bir uçucu kuş olduğu kesin ve bilimsel delillerle ortaya çıkarılmıştır. 

-  Darwinistlerin dinozordan kuşa hayali geçişin olduğu iddia ettikleri dönemde yaşayan mükemmel uçucu kuş fosili bulunmaktadır. Yani Darwinistlerin daha kuşların oluşma aşamasında olduğunu iddia ettikleri dönemde aslında kuşlar bugünkü mükemmel halleriyle zaten hayattaydılar.

Evrimcilerin son sahte delillerinden biri "kuşların atası" olarak tanıtılan Tyrannosaurus isimli bir dinozor fosilidir. 2003'te ABD'de bulunan bu fosil "dinozorlarla kuşlar arasında evrimsel bir bağ olduğu" iddiasıyla duyurulmuştur. Oysa, bu dinozor fosili 68 milyon yıllıktır. Başka bir kuş fosili olan Conficusiornis ise 120 milyon yıllıktır. Bu fosiller, dinozordan milyonlarca yıl önce yeryüzünde kuşların yaşadığının ispatıdır. Dolayısıyla kuşların dinozorlardan evrimleşmesi söz konusu değildir.

-  Darwinistlerin dinozorlar üzerinde “tüy” dedikleri yapıların tümünün canlının üzerindeki zar katmanlarının fosilleşmiş hali olduğu ortaya çıkmıştır. Darwinistler, bu  yorumlarla insanları yıllarca yanlış bilgilendirmişlerdir. 

-  Birer sürüngen olan dinozorların soğukkanlı oluşu, pullara sahip oluşları, iki ayaklı asimetrik bir yürüme şekli ile hareket etmeleri ve bunun gibi olağanüstü derin farklar, dinozor-kuş hayali evrimini imkansız kılmaktadır. 

-  Evrimciler bu konudaki yanlış anlatımlarını çok daha ileri aşamaya taşırlar ve küçük boydaki dinozorları hayali ara geçişe delil gösterilmeye çalışılır. Oysa bu fosillerin kemik yapıları incelendiğinde anlaşılır ki, bunlar aslında yavru dinozorlardan başka bir canlı değildir. 

Dinozorların sürüngenken birden kanatlanıp kuş olduğu iddiası hiçbir bilimsel kanıtı olmayan aldatmacalardan bir tanesidir. Dinozorlar şu an soyları tükenmiş, geçmişte yaşamış, iri yapılı tam teşekküllü canlılardır. Darwinistler yüzyıllardır türlü anlatımlarla evrim olduğunu ispatlamaya çalışsalar da her seferinde bilim tarafından yenilgiye uğrarlar. Eski taktileri artık hiçbir işe yaramadığı gibi yüz milyonlarca yaratılışı ispatlayan fosilin yanında bir tane bile canlılarda evrimin olduğunu ispatlayan ara geçiş formu fosilinin olmaması  da teorilerini bilimsel olarak yerle bir eder.

.........................................................................................................................

ŞEHİTLİK ALLAH’IN EN BEĞENDİĞİ MAKAMLARDAN BİRİSİDİR


Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: "Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi" diyenlerdir. De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse." (Al-i İmran Suresi, 168)

Allah’ın bu ayette de bildirdiği gibi Allah bir insan için kaderinde bir ölüm vakti belirliyorsa, ne olursa olsun o kişinin, o vakitte canı alınacaktır. Allah onun kaderini öyle yaratmıştır ve Allah’ın yarattığı kaderin önüne asla ve asla kimse geçemez. Bazı insanlar vardır ölen birisinin ardından “şöyle olsaydı ölmezdi, böyle olsaydı ölmezdi” diye ağlar dururlar. Allah “Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse.” diyor. Bu güne kadar hiçbir kimse ölümü kendinden savamamıştır. Ölen herkes için Allah’ın dilediği anda, dilediği yerde dünya hayatı bitmiş ve sonsuz ahirete hayatı başlamıştır. 
Ancak Allah, Al-i İmran Suresi 169. ayetinde “Allah yolunda öldürülenleri sakın 'ölüler' saymayın. Hayır, onlar, Rableri Katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.” diye söylüyor. Burada Allah, Kendi yolunda hayatını yitirenlere yani canımız şehitlerimize ölü demeyi yasaklıyor. Onların Rableri katında diri olduklarını ve güzel nimetlerle rızıklandırıldıklarını söylüyor. Hatta Kuran, şehitlerin Allah katında sevinç içinde olduklarını bildiriyor.

Allah'ın Kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdelemeyi isterler ki, onlara hiçbir korku yoktur, mahzun da olacak değillerdir. (Al-i İmran Suresi, 170)

Canlarımız Rablerinin yanında hep sevinç içindeler. Sürekli neşeliler, ne herhangi bir şeye üzülüyorlar, ne ızdırap duyuyorlar, ne de sıkıntı hissediyorlar, sürekli sevinç içindeler. Hatta “Onlara arkalarından henüz ulaşmayanlara” yani diğer efelere, koç yiğitlere “müjdelemeyi isterler” bulundukları ortamı.
Şehitler böyle bir ortamda Rableri yanında sevinç içindeyken arkalarında kalanlarında onlar için aynı sevinci yaşamaları gerekir. Allah şöyle bildiriyor;

“De ki: “Siz bizim için iki güzellikten (şehidlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? ...” (Tevbe Suresi, 52)

Allah şehitlik için iki güzellikten birisi diyor. Allah şehitliğin güzel olduğunu söylerken, Allah şehitlik makamını överken şehidin arkasından üzülmek, ağlamak olmaz. Zaten Müslüman başına gelen her zorluğa karşı Allah’a tevekkül etmekle yükümlüdür, kaldı ki şehitlik Allah’ın sevdiği bir makamdır. Onlar vatanları için gözlerini kırpmadan genç yaşlarında hiç arkalarına bakmadan şehit olmayı kabul etmişler ve karşığında da Allah katında nimetler içindeler. Bu nedenle canlarımızın şehit olmasına ağlamak değil, iki güzellikten birisine kavuşan yiğitlerimiz için sevinmek makbuldür.

.........................................................................................................................

BÜYÜK İSLAM ALİMİ BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ HAZRETLERİ KOMÜNİZM İLE MÜCADELENİN YÖNTEMLERİNİ ANLATMIŞTIR


Komünist ideoloji, geçtiğimiz 20. yüzyıla baskı, zulüm ve gözyaşı ile damgasını vurmuştur. Bu sapkın ideolojiden dolayı 20. yüzyılda komünist devletlerin kendi halklarından öldürdükleri sivillerde dahil yaklaşık 120 milyon insan hayatını kaybetmiştir. Komünist rejimler tarafından özgürlükleri ellerinden alınan halklar göçe zorlanmış, sistemli olarak kıtlıkla karşı karşıya bırakılmışlar ve çalışma kamplarında köle olarak kullanılmışlardır.

Geçtiğimiz yüzyıla acılar ve yıkımlar getiren komünizm tehlikesi günümüzde de hala devam etmekte ve dünyayı ve ülkemizi tehdit etmektedir.

Hicri 13. asrın müceddidi büyük İslam alimi Bediüzzaman Said Nursi bu sapkın ve tehlikeli ideolojiyle nasıl mücadele edilmesi gerektiğini Risalelerinde detaylı olarak tarif etmiş, çözümün Kuran’da ve ittihad-ı İslam’da olduğunu bildirmiştir.

MADDİYUNLUĞA KARŞI TEK ÇARE KURAN’IN HAKİKATLERİNE SARILMAKTIR

ŞİMDİ BU ZAMANDA EN BÜYÜK TEHLİKE OLAN ZINDIKA VE DİNSİZLİK VE ANARŞİLİK VE MADDİYUNLUĞA KARŞI YALNIZ VE YALNIZ TEK BİR ÇARE VAR. O DA KUR'ÂN'IN HAKİKATLERİNE SARILMAKTIR. Yoksa koca Çin'i az bir zamanda komünistliğe çeviren musibet-i beşeriye, siyasî, maddî kuvvetlerle susmaz. Yalnız onu susturan hakikat-i Kur'âniyedir. 

Rehber Risalesindeki Leyle-i Kadir meselesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa'da eseri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin hakikî kuvveti, hakaik-i Kur'âniyeye dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, ihtiyat kuvveti olan üç yüz  elli milyon uhuvvet-i İslâmiye ile ittihad-ı İslâm dairesinde kardeşleri kazanır. Eskiden Hıristiyan devletleri bu ittihad-ı İslâma taraftar değildiler. Fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur'ân'a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar. (Emirdağ Lahikası, S. 297)

ÇÖZÜM İTTİHAD-I İSLAM'DIR

Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek ÇÂRE-İ YEGÂNESİ, İTTİHAD-I İSLÂM CEREYANINI KENDİNE NOKTA-İ İSTİNAD YAPMAKTIR. Eski zamanda İngiliz, Fransız, Amerika siyasetleri ve menfaatleri buna muarız olmakla mâni olurdular. Şimdi menfaatleri ve siyasetleri buna muarız değil, belki muhtaçtırlar.ÇÜNKÜ KOMÜNİSTLİK, MASONLUK, ZINDIKLIK, DİNSİZLİK, DOĞRUDAN DOĞRUYA ANARŞİSTLİĞİ İNTAÇ EDİYOR. VE BU DEHŞETLİ TAHRİP EDİCİLERE KARŞI ANCAK VE ANCAK HAKİKAT-I KUR'ÂNİYE ETRAFINDA İTTİHAD-I İSLÂM DAYANABİLİR. Ve beşeri bu tehlikeden kurtarmaya vesile olduğu gibi, bu vatanı istilâyı ecanipten ve bu milleti anarşilikten kurtaracak yalnız odur. Ve bu hakikate binaen, Demokratlar bütün kuvvetleriyle bu hakikate istinad edip komünist ve masonluk cereyanına karşı vaziyet almaları zarurîdir. (Emirdağ Lahikası, S. 271)

KURAN’IN HAKİKATLERİ KOMÜNİZME KARŞI SEDDİ ZÜLKARNEYN OLUR

Bana dediler ki: "Din propagandasını yapan dindarların serbestiyet kanunu geri kalmış. Fakat solcular hakkındaki kanunu tâcil edip (acele edip hızlandırma) tasdik etmişler."

Kalbime geldi ki: Bu vatan ve İslâmiyetin maslahatı, her şeyden evvel dindarların serbestiyeti hakkındaki kanunun hem tâcil (acele edip hızlandırma), hem tasdik ve hem de çabuk mekteplerde tatbik edilmesi elzemdir. Çünkü bu tasdikle Rusya'daki kırk milyona yakın Müslümanı, hem dört yüz milyon âlem-i İslâmın mânevî kuvvetini bir ihtiyat kuvveti olarak bu vatana kazandırmakla beraber, KOMÜNİSTİN MÂNEVÎ TAHRİBATINA KARŞI şimdiye kadar Rusun, Amerika ve İngilize karşı tecavüzünden ziyade bin senelik adavetinden dolayı en evvel bize tecavüz etmesi adavetinin muktezası iken, O TECAVÜZÜ DURDURAN, ŞÜPHESİZ HAKAİK-İ KUR'ÂNİYE VE İMANİYEDİR. ÖYLEYSE, BU VATANDA HER ŞEYDEN EVVEL O ACİP KUVVETE KARŞI HAKAİK-İ KUR'ÂNİYE VE İMANİYEYİ BİLFİİL ELDE TUTUP DİNSİZLİĞİN ÖNÜNE KUVVETLİ BİR SEDD-İ ZÜLKARNEYN GİBİ BİR SEDD-İ KUR'ÂNÎ YAPILMASI LÂZIM VE ELZEMDİR.

Çünkü dinsizlik Rusu, şimdiye kadar yarı Çin'i ve yarı Avrupa'yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur'âniyedir. Yoksa, Rusların tahribat nevinden mânevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehli namusun kızlarını ve ailelerini mübah kılan ve az bir zamanda Avrupa'nın yarısını elde eden bir  kuvvete karşı, ancak ve ancak mânevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur'âniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. YOKSA, ADLİYE VASITASIYLA YÜZDEN BİRİNE VERİLEN MADDÎ CEZA İLE BU KÜLLÎ KUVVET TEVKİF EDİLMEZ. (Emirdağ Lahikası, S. 310)

Üçüncü mesele: Şimdi küfr-ü mutlak, öyle cehennem-i mânevî neşrine çalışıyor ki, kâinatta hiçbir kâfir ona yanaşmamak lâzım geliyor. Kur'ân'ın "rahmeten lil'âlemîn" olduğunun bir sırrı budur ki: Nasıl Müslümanlara rahmettir; âhirete iman, Allah'a İmân ihtimalini vermesiyle de, bütün dinsizlere ve bütün âleme ve nev-i beşere rahmet olmasına bir nükte, bir işarettir ki, o mânevî cehennemden dünyada da onları bir derece kurtarmış. HALBUKİ ŞİMDİ FEN VE FELSEFENİN DALÂLET KISMI, YANİ KUR'ÂN'LA BARIŞMAYAN, YOLDAN ÇIKMIŞ, KUR'ÂN'A MUHALEFET EDEN KISMI, KÜFR-Ü MUTLAKI KOMÜNİSTLER TARZINDA NEŞRE BAŞLADILAR. Komünistlik perdesinde anarşistliği netice verecek bir surette münafıklar, zındıklar vasıtasıyla ve bazı müfrit dinsiz siyasetçiler vasıtasıyla neşir ile aşılanmaya başlandığı için, şimdiki hayat, dinsiz olarak kabil değildir, yaşamaz. "Dinsiz bir millet yaşamaz" hükmü bu noktaya işarettir. Küfr-ü mutlak olduğu zaman, hakikat-i halde yaşanmaz. Onun için, Kur'ân-ı Hakîm, bu asırda bir mucize-i mâneviyesi olarak Risale-i Nur şakirtlerine bu dersi vermiş ki, küfr-ü mutlaka, anarşistliğe karşı sed çeksin. Hem çekmişEVET ÇİN'İ, HEM YARI AVRUPAYI VE BALKANLARI İSTİLÂ EDEN BU CEREYANA KARŞI BİZİ MUHAFAZA EDEN KUR'ÂN-I HAKÎMİN BU DERSİDİR Kİ, O HÜCUMA KARŞI SED ÇEKMİŞ, BU SURETLE O TEHLİKEYE KARŞI ÇARE BULMUŞTUR.Demek bir Müslüman mümkün değil, başka bir dine girip, ya Hıristiyan ve Yahudi, hususan bolşevik gibi olmak... Çünkü, bir İsevi, Müslüman olsa, İsâ Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Bir Mûsevî, Müslüman olsa, Mûsâ Aleyhisselâmı daha ziyade sever. Fakat bir Müslüman, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın zincirinden çıksa, dinini bıraksa, daha hiçbir dine girmez, anarşist olur; ruhunda kemâlâta medar hiçbir hâlet kalmaz. Vicdanı tefessüh eder, hayat-ı içtimaiyeye bir zehir olur. (Emirdağ Lahikası, S. 457-458)

KOMÜNİZMLE MÜCADELEDE ORTA YOL OLMAZ

Küfür ile İmân ortası yoktur. BU MEMLEKETTE İSLÂMİYETE KARŞI KOMÜNİST MÜCADELESİ ORTASI OLAMAZ. Sağ ve sol, ortası, üç meslek icap ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. "Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet" diyebilirler. Fakat bu vatanda, küfr-ü mutlaka karşı İmân ve İslâmiyetten başka bir din, bir mezhep olamaz.Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünkü hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasranî olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur. (Emirdağ Lahikası, S. 301)

KOMÜNİZME KARŞI KİTAPLARLA MÜCADELE ÖNEMLİDİR

KOMÜNİZME KARŞI NEŞRİYAT YOLUYLA MÜCÂDELE ÇOK ZARÛRİDİR. Ve Demokratlar tüzüklerinde buna yer vermiştir. İnşaallah, bu gibi İslâmî faaliyetlerle, Türklere karşı çalışan komünistler, farmasonlar ve başkaları mahvolacak ve istikbâlde Türkiye eski makamına terakkî edecek... (Tarihçe-i Hayat, S. 620)